2 Mayıs 2010 Pazar

Amsterdam - "Queen's Day"



Kuzenimle bu sefer de 29.04.2010'da akşama doğru Amsterdam'a gitmek üzere yola koyulduk. Oldukça yoğun bir gündü aslında: Öncesinde 1,5 saatliğine AB Parlamentosun'a ziyarete de gittim bir grup Erasmus öğrencisiyle. Burada 1 saat boyunca AB hakkında sunum eşliğinde genel bir özet geçildikten sonra oturumalrın gerçekleştiği salona geçtik burada ise beni asıl ilgilendiren konu yani, çevirmen kabinleri ve çeviri sisteminin nasıl işlediği hakkında bilgi edinip fotoğraf çekindik.

İşte bu koşuşturmanın ardından tam trene yetişelim derken, nasıl başardığımı sormayın telefonun pin kodunu bloke ettim ve tabii ki doğru eve koşturduk tren garına gideceğimize.. Derken artık Amsterdam trenindeydik ve önümüzde daha 3 saat vardı. Bu arada başlıkta da belirttiğim gibi, buraya bu tarihten gelmemizin nedenlerinden biri kuzenimin önceki haftaki volkan patlaması nedeniyle uçağının ertelenmesi ve 29 Nisan tarihinde başlayan ve 30 Nisan'da da gün boyu devam eden "Queensday", nam-ı diğer "Kraliçenin doğum günü" kutlamalarını görmek istememiz!
Ne var ki couchsurfing ve diğer konaklama alternatiflerimizden olumlu yanıt alamayınca biz de geceyi bir şekilde dışarıda geçirmeye karar vermiştik ama bizi neyin beklediğini bilmiyorduk tabii Amsterdam'a gittiğimizde!

Tren boyunca hava o kadar sıcaktı ki... İçerideki kalabalıktan kaynaklanan havasızlık da ona keza! Neyse vardık Amsterdam'a sonunda! Varışımız saat 9'u bulmuş, hava da haliyle kararmıştı. "Hadi gezelim o zaman" deyip yola koyulduk. Zaten tren garından çıkar çıkmaz şehrin içindesiniz, ulaşım bakımından sorun yaşamamamız ayrı bir şanstı, eklemeden geçmeyeyim :)

Biz vardığımızda kutlamalar başlamıştı. Her sokakta ayrı bir müzik, eğlence, konser, kafası güzel insanlar topluluğu! Ve tabii herkes turuncular içinde. Hemen belirteyim, Queensday'de herkesin üzerinde mutlaka turuncu bir şeyler olmalı. (Tabii biz istisnaydık:)) Hatta çoğu kişi neredeyse baştan aşağı turuncuydu diyebilirim.
İlk vardığımızda hava güzeldi ancak birkaç saat sonra yağmur başladı! Neyse ki kuzenim hazırlıklıydı da şemsiyemiz vardı. Gelgelelim bu sefer de yağmurun ardından hava iyice soğudu. Doğruca Burger King'e girdik. Biraz dinlenip kuruduktan ve ısındıktan sonra dolaşmaya devam ettik. Barlar ve fast food restoranları dışında mağazalar ve her yer kapalıydı. Ancak sokaklar hınca hınç doluydu. "Turunculu insanlar" her yerdeydi!

Saat gece 2'yi gösterince biz de yorulduğumuzu fark ettik. Hava soğuk ve etraf coşkulu insanlarla dolu olmasına rağmen bizim tek istediğimiz ısınacak bir yer bulup dinlenmekti. Doğruca başka bir Burger King'e girdik. (bu arada Burger K. gördüğüm için çok mutluydum; zira Brüksel'de bir tane bile bulunmamakta :()
Ve inanılmaz ama gerçek: Geceyi burada geçirdik. Ben ancak 25 dk. uyurken kuzen hiç uyumadı ve düşünün ertesi güne bu şekilde devam ettik.
Bu arada gecenin sonunda o çok sevdiğim patates kokusu artık midemi bulandırmaya başlamıştı.
Dışarı çıktığımızda hava tabii ki çok soğuktu. Üzerimiz ise bu havayı kaldıracak kadar kalın değildi maalesef. Ama başka seçeneğimiz yoktu ne yapalım... Sabah ilk açılan pastaneden hemen güzel bir çörek aldıktan sonra tren garına gidip dönüş saatlerine bakmaya karar verdik.
Gara gittiğimizde ise ne görelim! Bizim gibi çoğunun Erasmus öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim bir yığın insan burada sabahlamış ve çoğu da uyuyordu. Bu arada saat sabah 6 civarı. Buradakilerin çoğu da Burger King'den aşina olduğumuz simalar :))

Neyse bir süre sonra gardaki görevliler herkesi teker teker uyandırdı. Uyananların bir kısmı yerlerde iskambil oynarken bir kısmı da ortalarda dans ediyordu. Altını çiziyorum, kimse dışarı çıkmaya cesaret edemiyor henüz, zira hava "buzz" gibi!
Kuzen de uyumaya yeltenenler arasındaydı ki görevliler onu da hemen kaldırmış ! :)
Neyse, gar da yeterince sıcak değildi zaten. Tam garın içindeki Starbucks'ın önünden geçerken bir sıcak hava dalgası hissettik, bir de ne görelim; insanlar akıllı, Starbucks'ta uyumaya devam ediyorlar çünkü içerisi sıcacık ve buram buram kahve kokuyor! Hadi biz de ısınalım dedik. Uykusuzuz ama buradaki insanları inceleyince keyfimiz yerine geldi. İnsanlar kafalarını yukarıda tutamaz hale gelmişler. Dayanamayanlar Starbucks'ın zeminine yığılmış zaten. :)) Allahtan burada çalışanlar bir huysuzluk çıkarmadılar da ısınabildik. Çıkarsalar da hakları var yani, bildiğin işgal etmişiz Starbucks'ı !
Neyse saat 9 gibi gardan çıkmaya karar verdik. Çıktık çıkmasına ama hava hâlâ çok soğuk!
Sokaklar biraz daha dolmuş ama geceden kalma insanlar henüz uyanamamış belli ki. Ama çok geçmeden sokaklar yeniden turunculu insanlarla bezendi. Hem de soğuk ve karanlık havaya rağmen! Takdir edilesi...
Bu arada o kadar gidip fotoğraf çektirmek istediğim "I Amsterdam" yazısı, şenlik kapsamındaki konser alanının kapatılması dolayısıyla kullanılmaz haldeydi. :(
Ardından Amsterdam merkezde gidilebilecek bilimum yerleri ziyaret ettikten sonra pilimiz bitince kararlaştırdığımız saatten daha erken bir saatte dönmeye karar verdik. Öğleden sonra iki gibi tren garındaydık. Onca yorgunluğa rağmen yine de dönüş yolunda Rotterdam ya da Utrecht 'e uğramak vardı aklımızda. Tabii o dakikalarda bizi neyin beklediğinden habersizdik.
Normal şartlarda zaten Amsterdam Gare Centrale'den trene binmemiz gerekirken, Queensday yüzünden havaalanına (Schipol) giden trene binip aktarma yapmamız gerekiyordu. Bunun üzerine trene bindik ve kalkmasını beklerken uyuyakalmışız ikimiz de trende! Uyandığımızda yarım saat geçmişti ve çoktan kalkması gereken tren hala durduğu yerde duruyordu. Sonra anons yapılmasın mı iptal diye. Hem de neden?? Birkaç zibidi kendilerini tren yolun atmış efendim, polis bu arkadaşları tren yolundan çıkarmaya uğraşıyormuş ve dolayısıyla tren seferi iptal olmuş! E peki ne yapacağız? İki metro aktarmasının ardından başka bir trene bineceğimiz Schipol'e gidecek ve sonra Brüksel istikametinde yola devam edeceğiz! Olaya bakın!
Neyse bizim gibi birkaç kişiyle yola koyulduk. Her yer o kadar kalbalık ki, anlatmak mümkün değil, yaşanması gerek!
Beraberimizde iki kişiyle metronun yolunu tuttuk. İşin garibi, kendimizi şanslı saymalıydık; çünkü diğer iki kişinin uçağa yetişmeleri gerekiyordu, biz ise Brüksel trenine istediğimiz saatte atlayabilirdik. Hele biri, elinde bir valiz, bir çanta... Meğer, teee volkan patlamasından beri buradaymış zavallı adamcağız :(
Neyse bir şekidle vardık trenimize ama gelin bir bize sorun! Eve gelir gelmez yorgunluktan bitap düşmüştük ama çektiğimiz tüm rezilliğe ve soğuk havaya rağmen Queen's Day güzel miydi? He valla, güzeldi.
İşin komiği, akıllanmadık. Ertesi gün de Mechelen ve Antwerpen'e gidecektik!!

Leuven



27 Mayıs Salı günü, İtalya-Bologna'da Erasmus yapan kuzenim geldi Brüksel'e. Önce onu Brüksel'de biraz gezdirdikten sonra benim de ilk defa görecek olduğum Leuven'e gittik. Leuven küçük ve capcanlı bir öğrenci kenti. Flaman bölgesinde bulunuyor ve duyduğumuza göre her yıl 5000 yabancı öğrenciyi ağırlıyormuş bu güzel, sevimli Belçika kenti. Gittiğimizde hava da çok güzeldi. Avrupa'nın en uzun bar sokağı da burada yer alıyor.

Hava da güzel olunca yabii tüm öğrenciler buraya akın etmiş. Bar sokağı adeta defile podyumu olmuş, cafeleri ise tabii ki yine buranın nüfusunun büyük bir kısmını oluşturan öğrenciler doldurmuş.

Biz de molamızı bu güzel cafelerden birinde vermeye karar verdik. Dinlendikten sonra ise civarda gezmeye devam ettik...
Biraz daha gezip dolaştıktan sonra hala hava güzel olunca yiyeceklerimizi alıp yine bu meşhur sokağın merdivenli kısmına konuşlandık bu sefer :)
Velhasıl bu şehre dair diyeceğim her şey oldukça olumlu. Güzel, cıvıl cıvıl bir flaman şehri..
Gidilesi, görülesi yerler listesinde bulunmakta kendileri :))