13 Mart 2010 Cumartesi
"Anvers"
Gün itibariyle Belçika'nın bir başka şehri olan Anvers'i (Brüksel'den sonra 2. en büyük)de gidilecekler listemden silmiş bulunuyorum. ULB-Express'in güzel bir organizasyonuydu diyebiliriz. En azından iki saat tren bileti alacağız diye kuyrukta beklemedik. Amatör şehir rehberimiz eşliğinde bir de küçük bir Anvers turu yaptık :) Ha, tabii birkaç arkadaş, gruptan ayrılarak gittiğimiz ve 45 dk. lık zaman aralığına sıkıştırdığımız "le Musée de Diamant" var, yani "Elmas Müzesi"! Bu müzeye gitmeden dönmek olmazdı. Ne de olsa, dünyada satışa sunulan elmasların %70'i burada imal edilmekte ve şekillendirilmekteymiş... Uğramasa mıydık?
Sabah saat 9'da meşhur buluşma yerimiz "Gare Centrale" de grupla bir araya geldik. Bu da 07h45'te uyanmak anlamına geliyor.
Grup yetkilileri tarafından elimize günün programı, tren biletleri, Anvers şehir rehberi tutuşturulduktan sonra trenlerimize binip yola koyulduk.
Yaklaşık 40 dk'lık yolculuğumuzdan sonra Anvers'e vardık.
Bu arada tren istasyonda sırada beklerken Pavla adında Çek bir kızla tanıştık. Oldukça konuşkan ve sıcakkanlı bir arkadaş :) Bugünkü günübirlik gezimiz boyunca grubumuza o da iştirak etti, iyi de etti :))
Neyse efenim..Anvers'e vardık.. Buranın tren garı (Central Station) görülmeye değer. Dışarıdan gören kilise, şato zanneder. Nitekim dönüşte önümüzde durmasına rağmen haritadan aramaya çalışmamızın nedeni de budur!
Grupla birlikte öncelikle meşhur ressam "Rubens"in, şu an müze haline getirilmiş olan ve zamanında evi ve atölyesi olan binayı ziyaret ettik. Her yerde Rubens'in kendi eserleri (devasa, orta ölçekte ve küçük tablolar, heykeller...) sergilenmekte.
Özellikle binanın ev kısmına geçince, aslında burada hala yaşayanlar varmış gibi hissediyorsunuz. Mutfaktan tutun, çocuk yatak odasına kadar...
Buradan çıkıp, saat 2'ye kadar bize tanınan serbest zamanın ardından buluşacağımız Grand Place'a geldik.
Yerimizi öğrendikten sonra 2 saatlik boş vaktimizde tabii ki bir şeyler yiyecektik; dolayısıyla hemen restoran arayışına koyulduk. Her yerde İtalyan Pizzacısı. Mecburen birine girdik. İyi de yaptık :)) Zaten gruptaki arkadaşlardan biri italyandı, garsonla kısa bir konuşma yaptıktan sonra, öğrencilere %20 indirim olduğunu da öğrenince doğru içeri "zıpladık"!!! :D
11 kişiydik toplamda, 3 margarita + 3 jambonlumuzu söyledikten sonra hepsini afiyetle midelere indirdik.. Muhabbet öyle uzamış ki, garsonların gidelim diye gözümüzün içine baktığını biraz geç fark ettik.
Haydi, buradan çıkalım nereye gidelim... Sıcak bir şeyler içmeye?
Hava soğuk, ne yapalım! Dışarıda duramıyoruz...
"Chocolat chaud" larımızı yudumlarken bir de baktık ki grup buluşmuş ve yola koyulmuş bile! Hurra, grubu yakala...
Buradan grupla beraber dünyanın 4. büyük, avrupa nın ise 2. büyük limanı olan Antwerp limanınına geçtik. Burada bir şatodan girip denize nazır fotolarımızı da çekindikten sonra yolumuza devam.
Şehri yürüyerek epey bir turladıktan sonra geldik mi yine büyük meydana! Eee, hani Anvers'in birasını tadacaktık. Ben de üretildiği yere gideceğimizi sanmıştım ki gele gele bir restorana geldik! Burada 25 cent ödeyerek (geri kalanını grup yetkilileri halletmiş) Frambuazlı biralarımızı hüplettikten sonra saat 16.30 olmuştu bile. Gelmişken, daha önce de belirttiğim gibi, "Elmas Müzesi" ne uğramadan olmazdı.
Bir eşi Bill Clinton'da bulunan, tamamı elmaslardan yapılmış; kırmızı, mavi ve beyaz taşlarla bezeli ve üzerinde büyük "A" harfi bulunan broş unutulmazlardandı. "A" ise, Anvers ile Amerika arasındaki dostluğun simgesi imiş!
Neyse, gün sona ermiştir, herkes evine...
Adios!! (etrafımda o kadar ispanyol var ki, franszcamı geliştrmek yerine ispanyolca öğreneceğim...)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder